30 Ağustos 2008 Cumartesi

California Tortilla!


Burrito dedigimizde, tacos dedigimizde ve isin icine Londra girdiginde akla ilk gelen mekan Tortilla ! Londra'da tek olmasi ve bir de Angel'in gobeginde yer almasiyla gonlumuzu en bastan fethetmisti. Texmexle kendi menuleri arasindaki farki aciklayan brosurleri bir hayli ikna ediciydi zaten..

Tavuklu, kirmizi etli ve domuzlu et secenekleri, salsa verdeli, sour creamli ve bunun gibi binbir sosu ve guacamolesi ile damak tadi meksika mutfagina uygun olan biz turkler icin harika bir secenek. Birbirinden neseli calisanlari ve ara ara ikram edilen margaritalari ile de tadindan yenilip icilmeyen bir yer.

Fiyatlar ise doyuruculukla kiyaslandiginda gayet makul denebilir. Ortalama 6-8 pounda yemeli icmeli enfes bir menu alabilirsiniz..

websitesine bakiniz en iyisi:

http://www.tortilla.co.uk/

28 Ağustos 2008 Perşembe

way to go

Herkeste bir Londra telaşı hakim şu sıralar. Yok okuldan kabul geldi mi, aman tanrım kalacak yeri ne yapsam, yanıma çok şey almalı mıyım vs. binbir soru geliyor çevreden.. Bendeniz de kısmen Londra'da yaşam konusunda tecrübeli bir şahıs olarak elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum.

Daha önce post'lardan birinde kalacak yerlere ilişkin yapılabileceklerden bahsetmiştim ama yineleyeyim:

Sakın sakın ama sakın Türkiye'deyken internet üzerinden ev ayarlamaya kalkmayın. Gidin bir iki haftalığına bir yurt hostel vs.'de kalın ve oradayken, şehir elinizin altındayken evleri gezin görün ve karar verin. Ayrıca bir başka tavsiye, tek başınıza ya da arkadaşlarınızla ev kiralamaya da kalkmayın, çok maliyetli oluyor ve maddi manevi yıpranabiliyorsunuz. Onun yerine oda kiralayın; tek başınıza veyahut arkadaşlarınızla...

Alışveriş konusunda bana nedense Türkiye'den alınan herşey yalan dolan olurmuş gibi geliyor. Evet pahalı olabilir ama ucuza temel ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz ve daha önce bahsettiğim Primark gibi binbir "bir pound"cu var. Türkiye'den hamallık etmenin manası olmadığını, havaalanında tartılan bavulumun 30 kilo geldiğini ve benden ekstra 50 pound alacaklarını söylediklerinde tam anlamıyla idrak ettiğimi söyleyebilirim.

Aklıma gelenleri yazmaya devam edeceğim, iş başına dönme vakti !

7 Ağustos 2008 Perşembe

Leon's

Hatırlıyorum, gidip gelişlerimden birinde, mayıs ayıydı sanırım, uçaktan ilk kez o kadar erken bir saatte inmiştim, 6 buçuk gibi ve 8 de şehre varmayı başarmıştım.

Sadece minik bir sırt çantasıyla yolculuk yapışımdan mütevellit kendimi attım sokaklara; Leicester Square, Covent Garden, Strand.. Ve gözüme bir şey çarptı. Leon's !

Filmine hasta olduğum bu isme nerede rastlasam bir garip hissederim zaten. Neymiş bu Leon's diyerek yaklaştım cama.. Organic fast food yapan, menüsünü genellikle Hint yemeklerinin doldurduğu bir restoran. Fiyatlar normal bir restorana kıyasla bir hayli ucuz. Sipariş ettiğim baharatlı tavuk ve safranlı pilav enfesti, hala hatırladığıma göre yediğimi gerçekten enfesmiş.. Wirelessları da vardı diye hatırlıyorum. Çalışanları birbirinden şirin, yakışıklı ve kibardı bunu daha iyi hatırlıyorum..

Velhasıl yolculuk öncesi sonrası, iş ,okul stresi bilmem ne derken , hele de organik ıvır zıvır besinlere de ilginiz varsa gidin görün diyebileceğim mekanlardan.

Her ne kadar googleda aradığınızda tam adres olarak şu çıksa da karşınıza:

3 Spitalfields, 3 Crispin Place, London E1 5DW

sanırım bir başka şubesi daha var. Ben tam trafalgara doğru giden ana cadde yani Strand üzerinde Topshop'un biraz ilerisindekinde yediğimden adım gibi eminim..




AHoj

Yakından değeri anlaşılmayan insanlar, içindeyken kıymeti bir türlü bilinemeyen, dert yanılan, sürekli eleştirilen, hatta zaman zaman bir günah keçisi misali yerden yere vurulan mekanlar vardır.

Londra yaşantım yaklaşık bir sene sürdü, acısı ve tatlısıyla.. Londra'nın değişmeyen rutin ama dinamik yapısı benim medcezir misali git gel yaşayan halet-i ruhiyemle uyum içindeydi diyemesem de; artık alışkanlıktan mıdır, yoksa gerçekten sevdiğimden midir bilemiyorum bu şehir benim yaşamıma damgasını vuran ve seyrini etkileyen o mühim yerini çoktan aldı diyebilirim.

Bu bloga uzun zamandır dokunmadığımı, "Londra'yı yaşarken" ne kadar da bencilce davrandığımı, İstanbul'a yerleşme "çabalama"larım arasındaki kısa süreli "soluklanma"larımda farkeder oldum. Televizyonda Londra'ya ilişkin ne görsem pür dikkat izliyorum, İngiliz asıllı bir grup duysam kulak kabartıyorum, BBC'den bir haber almak, çevirmek durumunda kalsam gözlerim doluyor (saçmaladım evet). Meğersem ben ne çok özleyebilirmişim bu şehri onu görüyorum... Ve büyük konuşmalarımın," asla Londra'yı sevemem, asla İngiliz aksanını edinemem"lerimi teker teker yutuyorum..

Lafı uzatmayayım, ben blogu yeniden ele almaya, çeki düzen vermeye geldim.. Yazmak istediğim binbir şey olduğunu yeni yeni idrak etmem sebebiyle; hafızam "henüz" yerindeyken, İstanbul'daki en sevdiğimi "uzak"lara yollamışken, "iş"ten ve "tez"den başımı kaldırmak için bahane ararken, yüzümü güldürecek şu sıralar başka birşey bulamazken, gezdiğim gördüğüm yerleri yazmaktan başka birşey gelmiyor elimden.