Yakından değeri anlaşılmayan insanlar, içindeyken kıymeti bir türlü bilinemeyen, dert yanılan, sürekli eleştirilen, hatta zaman zaman bir günah keçisi misali yerden yere vurulan mekanlar vardır.
Londra yaşantım yaklaşık bir sene sürdü, acısı ve tatlısıyla.. Londra'nın değişmeyen rutin ama dinamik yapısı benim medcezir misali git gel yaşayan halet-i ruhiyemle uyum içindeydi diyemesem de; artık alışkanlıktan mıdır, yoksa gerçekten sevdiğimden midir bilemiyorum bu şehir benim yaşamıma damgasını vuran ve seyrini etkileyen o mühim yerini çoktan aldı diyebilirim.
Bu bloga uzun zamandır dokunmadığımı, "Londra'yı yaşarken" ne kadar da bencilce davrandığımı, İstanbul'a yerleşme "çabalama"larım arasındaki kısa süreli "soluklanma"larımda farkeder oldum. Televizyonda Londra'ya ilişkin ne görsem pür dikkat izliyorum, İngiliz asıllı bir grup duysam kulak kabartıyorum, BBC'den bir haber almak, çevirmek durumunda kalsam gözlerim doluyor (saçmaladım evet). Meğersem ben ne çok özleyebilirmişim bu şehri onu görüyorum... Ve büyük konuşmalarımın," asla Londra'yı sevemem, asla İngiliz aksanını edinemem"lerimi teker teker yutuyorum..
Lafı uzatmayayım, ben blogu yeniden ele almaya, çeki düzen vermeye geldim.. Yazmak istediğim binbir şey olduğunu yeni yeni idrak etmem sebebiyle; hafızam "henüz" yerindeyken, İstanbul'daki en sevdiğimi "uzak"lara yollamışken, "iş"ten ve "tez"den başımı kaldırmak için bahane ararken, yüzümü güldürecek şu sıralar başka birşey bulamazken, gezdiğim gördüğüm yerleri yazmaktan başka birşey gelmiyor elimden.
7 Ağustos 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder